10 Mayıs 2011 Salı

sokaktaki kadın.

Elleri büzüşüp dürülmüştü içine. Baksam içini görmeyeceğim kadar karaydı. En çok konuşurken insanların birbirlerine bakmadığını fark ettiğinde, çaresizliğini anlıyordum. Ey vay, ya tuttuğum bu dal beni uçurum anlamsızlığına sürüklerse diye geçiyordu içinden. Sevmeyi öğrenmemiş, konuşmayı bilmemişlerin içinde yorgun ve yitikti. Kozasından çıkmış küçük bir tırtıldı o. İlk kez kendini, sokağını başkalarının adımlarını hesap ediyordu. Dostum dedikleri yalnız onu bir kalıbın içinde var etmek için vardılar. En küçük bir yardım isteyişte sırtını dönüp yürüme başlayan bu insanların, bahanelerini nasıl böylesi hünerle sayıp dökmelerine yıllar boyu katlanılmış diye geçiyordu içinden.

Onun elleri güzeldi güzel olmasına da. Hep kanatlarından ve ellerinden utanması gerektiği öğretilmişti ona. Sefaletin canı yüreğini dağlarken, hep geçmişe geçmişe söyleniveriyordu. Onu bu haliyle gören bir öteki tekili, yaşlı ve dünyasını acı ile tamamlamış bir kadına benzetiyordu.

En günah, sevabı mı öğretebilir?

Adım atmak uçurumları mı getirebilir?

Delilik neyi vaat edebilir?

Adım attıkça tay taylar biter mi?

Ölü bir zaman gezgini de olabilirdi. Her sabah yorgun uykulardan uyanmaya çalışan, deyyus bir Don Kişot.

O anlıyordu anlamasına ya. Bir başkası anlayabilir miydi, sürgünün şehrindeki yalanlarını?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder