11 Aralık 2011 Pazar

ölüleri gömün diye bağırıyor bir ses ölüleri gömün.

mektup.

Adı Teyyar, yaşı on altı. Gözleri bir zifir bir karanlık, bakışları yılgın olsa da umudunu yitirmememiş hala...

Sense mapusluk sürgencesinde bir türkü tutturmuşsun, turnam giderse mardine, karlı daağların ardında, turnam yare selam söyle, yar söyle can söyle.

Ellerim ah ellerim vardı bilirim, kanattılar bir beyaz güverscindiler oysa, parmak uçlarımı sevgililer öpmüştü.

Sebepsiz değildir gitmeler, hiç sebepsiz midir ki sevmeler. Yok öyle değil diyor Teyyar. Yaşı on altı. Sen bilmezsin, bir güler, güller açar bir güler, alnında çalıştığı tornacının derin çizgilerini aşa

10 Aralık 2011 Cumartesi

mektup

Ölüleri gömün diye bağırıyor bir ses... Ölüleri gömün... Çok zamandır ellerimde kelepçeler, çok zamandır küreklerin o muazzam çığlığıdır nağmeler. Ellerim nasır dolu, ellerim kara. Ellerim bit tutam soğan, bir dilim somun. Yüreğimde zalim cellatların ayak sesleri. Gözlerim diri diri topraga gömülenlerin gözleri. Kırbaçlar iniyor durmadan göğsüme. Hani çocuklar bahane edermişler, masallardaki korkunç canavarları da, sığınıverirmişler analarının.Anasının bağrında uyuyuverirmiş, rüyalarına hiç gelmesin diye perilerin. Salıncaktan düşermiş sonra martılar, seke seke yürümeyi öğrenirmiş keloğlanlar. Kızlar yalancı baharlarda çay içmeye gidermiş, delikanlılar olmayan yare türküler söylermiş.

Orya yaz mektuplarını soran olursa, bir belleyen bir hatır soran olur belki. Simeralyada mektuplar çabuk okunur. Mimesislerin bağrında yalancı şezlonklar. Kimse mutlu değil bilesin. Oysa, oysa benim ülkemde.

Tren düdükleri, bakraç iniltileri, sokağın boz bulanık sesleri, uyku tutmayan kan çanağı gözlerin. Bir terk ediliş, bir geriye dönüş. Ben ağlamam, onlar yüreğimin nehirleridir. Ben ağlamam, onlar sözleriminin kalemidir.

Bir yalancı bahar, bir yalancı bahar, bir yalancı bahar. Sonra öğrenciymişim, bana dayatılan ve öğretilen herşeyde aklıma takılan bir kılçık terpilemiş, zamansız açan suallerin fehmini. Başım bulanmış, yüreğim dönmüş. Sonra sonra sen kimsin diye sorduklarında, öylece bakakalmışım. Sahi ben kimmişim.
Ellerimde bozukluklar, biri bana yol sormuş. Bilmiyorum deyip, son lokmamı da uzatmışım.

Bir ölüm, bir ölüm sessizliğidir. Uyurcasına kapatıyorum gözlerimi yarın uyanırsam yemek yemeğe iştahım olmayacak belki, ama kitaplar onları okumalıyım. Açlıktan daha zor sancı çekmek. Açlıktan daha zor sen ve ölümü düşünmek.

Şimdi diye bağırıyor adam, şimdi ölenler şanslı kalanlar değil. Şimdi boğulanlar şanslı nefes alanlar değil. Hıçkırıklar bir bir bir boğazıma diziliyor. Ölüyorum desem olmuyor, kalıyorum desem olmuyor.

8 Aralık 2011 Perşembe

mektup

Sen bana küsmüşsün vakit gece yarısı derler. Hep çıkrığında kendi hesabının ince ayrıntılarını görmüşssün. Sen bana küsmüşsün, bir gece trenidir beklediğim. Yolcular, ah o yolcular. Işıksız kalmasınlar diye, gün sızıyor penceremden dışarı. Yolsuz kalmasınlar diye sorup soruşturuyorum. Sen bana küsmüşsün, üstelik kendinden değil. Nasıl içerledim, nasıl içerledim bir bilsen. bu yüzden hışımla gönlümün kapılarını sana kapatmam. Yazmazsam çıldıracağım diyorum, zaten çok zamandır bana yazıp durma diyorsun. Zaten çok zamandır koca bir kalemler karalayıp geçiyorsun, silmek istemek bu geçmişi. Ya da, yada...

Çok zamandır sıtmalıyım çok zamandır gönlüm kederli, çok zamandır önümü görmüyorum çok zamandır kendimle çapraşmam. Allahın bildiğini kuldan mı saklayacağım derler, sahi insan Allahın bildiğini kuldan niye saklar? Bir sebebi olmalı değil. Bir sebebi olmalı.

Ne diyor şair, göğü kucaklayıp sana getirdim, kokla açılısın solmuşsun. Benzin sararmış, yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün.Sevdadır ahh, başa bela derler...Sevdadır ne amansız bir yara derler.

Bir çocuk gibi aldım kalemi elime yaz hoca dedim bağırarak, gönlümün şu sayifesine bunu da yaz. Ha olur ki çocuk yüreğim bir daha vazgeçer ağlamaktan, kavgadan. bir daha açar gönlünün pencerelerini.

Bu kapı han kapısı bilirim, yokluk burda bulmuştur varlığın kisbesini, boynum büküldü, elime verilen idamın fermanıdır. Durdum cebelleştim, kanattım kendimi. Dur bekle dedim, dur bekle. Yazamadım elim gitmedi sonra sustum. Sonra kursaklarımızda öğüttük aşkın çelimsiz sülüetini. Ah bir bilsen ne yaman kustuk ah bir bilsen, ne yaman öğürdük.

Boşluklarda büyüttük biz aşkımızı. Burası dünya, yolun yarısı derler. Soğuk benizli kaldırım taşının aracığına sığınmış üstü çiğnenmiş, çiğnenmiş bir ot gibidir sevmelerin Ah bir yağmur yağsa, ah bir bereket koksam, ah şu betonarme duvarları filizlerimle yıksam, çatlaksam dersim. En büyük gökdelenlerin tepesinde açan kökleri ta okyanuslara uzanan bir ağaç olsam derim. Sonra bir martı çığlığı boğsa düşlerimi. Ah ben yeniden yeniden uyansam. Sevsem sarılsam ve biz hiç ayrılmasak...

Her aşk bir şey öğretir bilirim ah. Bilirim her çocuk bağrında bir yenik düşle uyanır. Sen neyollar tanıyacaksın diyor dostum, sen ne yollar ne insanlar. Ben susuyorum, gecenin yakomoz ışıltıları da kesmiyor beni. Desene diyorum ah, ne aldanışlar ne aldanışlar...

7 Aralık 2011 Çarşamba

mektup

Uzun zaman olmuş sana yazmayalı, çok uzun zaman olmuş sevmeyeli. Yenik ekin tarlalarında barut kokan adımlarda, masmavi bir göğün ne demek olduğunu anlamaksa , bir kadının yanağından usulca dökülmekse... Biz seni ta gözlerinizden tanırız. Değil mi efendiler, biz bu yorgun gözlerin anlamını ta eskilerden tanırız.

Eski zamanlardı. Ben kalemi ilk kez tutup, ilk kez soytarı şiirlerde boğulurken, gözlerimden iri billur taneleri ilk kez süzülürken, bir hikaye anlatmışım. Anlatmışım kimse dinlememiş, anlatmışım, birilerine yasak gelmiş. Sürülmüşüm, sürülmüşüm sürülmüşüm.

Burası Sibirya beyim, burda yaz yok, burda kömür, burda kelepçe, burda demir kokan yalnız pencereler var. Burası soğuk beyim, gözlerimiz feri çoktan sönmüş. Her birimiz kendi içinden ölgün ölgün şiirler tüttürmüş.

Burası Halepçe beyim, anaların ağıtlarını en çok analar anlıyor. Çocuklar delicesine işiyorlar beyaz gölcüklerin körpe koyunlarına. Burası burası kan kokuyor beyim, hani hiç görmek istemediğin. Burası koynumda gizlenmiş beyaz günahların alaca karanlıkları kokuyor. Burda hiç kimse bir diğerinin gözlerine bakmıyor tanınmamak için.

Hücreler bölünmüşüz, yataklara ovalara. Her birimizin alnında asılı numaramız. Benim adım Yedi örneğin, hani annesini kurşunlar almış o hırçın çocuk var ya, o da benden sonra geliyor. Onun adı sekiz. Karnındaki piçin adı şimdiden belli. Biz diyoruz ki o doğarsa adını dokuz koyalım. Kimse kimsenin yerine geçmesin...

Bizler ah bizler. Sen bilmezsin beyim, biz ne çok bölünmüş, ne çok çarpılmış, ne çok çıkarılmışız. Hesabımız redingot tıkırtılarına bir türlü uymamış. Bir türlü uzlaşamamışız zamanın kollarıyla. Gelecek demişler bizim için, Ne tür bir entegrasyon sürecinde hesap edilmiş, korolarız bir bilsen. Her kafadan bir ses çıkıyor, hani şu ağzındaki sapsarı dişlerine aldırmadan sırıtan ve durmadan tütün tüttüren o yaşlı adam var ya,  hiç birimize uymuyor onun sesi. Kulaklarını nasırlı ellerinin arasına saklanmış karanlıklarda gizliyor. Ve durmadan bağırıyor, bağırıyor ve gülüyor.

Burası fahişelerin kucaktan kucağa gezdiği Manhatın beyim. Her musluk suyunda, kirli ve başı bozuk ne günahlar akıyor. Çocuklarımızı ısrarla sokaklarda gezdirmiyoruz, ısrarla para biriktirip, bu kirli şehirlerden kaçmak diliyoruz.

Burası burası dünya beyim. Burası acının esrik gülüşlere çıldırmalara terk edildiği dünya.

Ve ben yazmazsam çıldırıcam diyorum. Ve ben yazmassam, boğulacağımı biliyorum.

Ölmemek için son kez şiiri kalemimde tutuyorum.

2 Aralık 2011 Cuma

jurnal

dostumm sen benim içimde hiç bir sınır ve hiç bir kanun tanımayan bir özgürlüksün, ve bilmektemisin ki, yüreğimdeki bu karanlık yan çoğaldıkça benim dehlizlerim nedenli büyüyüp gelişmekte... bana ne vaat ettiğinin varkına varsaydın, dilin damağın tutulurdu.

ölümün önünde diz çöker, onu yaşamanın ne büyük keşif ne büyük bir büyüklük olacağını hissederdin

ben hayatta olmak istemediğim anları o kadar çok yaşadım ki evimde ailemde. ölmek dilerdim. bağırıp çağırır hiç bir sınır tanımadan ısyan ederdim, büyük olmayan küçük yürekli insanlara.

isyan ederdim, adaleti ve erdemi çoktan unutup gitmiş, iyiliklerini sırf kendi konumlarını sağlamlaştırmak isteyerek yapan insanlara.

anlayabileceğini bilsem, sana daha ne büyük kırgınlıklardan daha ne büyük utançlardan bahsederim.

her      öpüş içinde bir kalp kırıklı, bir boşluk bırakı demişti bir dostum.

artık bundann sonrası benim kalemime düşüyor, galiba ona döktüğüm mahrem senden daha büyük senden daha çetin olacak.

...

çocuktum, bir gün yıkıntılarının arasından bir kedi yavrusu sesi geldi. hava sis ve bir o kadar soğuk.. ben eski kazağın kollarını uzatıp ellerimi onun içine sokmuşum. huzursuzdum. biri bana sesini duyurmaya çalışıyor ve bulamıyordu beni. aradım aradım aradım.. sonunda yağmurdan sırılsıklam olmuş titreyen ve hasta bir yavru kedi gördüm, öylesine çirkindiki. ama gözleri. gözleri.. ağlıyordu ve annesi yoktu.. onu eve götürmekten korktum. oracıkta ona bir yuva yaptım, yağmurdan ıslanmasın diye zaten uzanmış ve hasta bedenini oraya soktum. ve çekip gittim.. onun orada yaşamayacağını biliyordum. ama çekip gittim.. ve bir kaç gün sonra gittiğimde oracıkta o derme çatma yerde ölüp gitmişti.

hayatı böyle yaşıyoruz... hayatı o küçük kedi yavrusu gibi tek ettiğimi düşünüyorum, cesaretsizliğim ve bencilliğim yüzünden.

belki dereye atılan kedi yavrularını çığlıklarını duydukça, ellerimi kulaklarıma kapayıp çığlık atmam bundandı. bundandı kendimden ve dereye kedi yavruları atan çocuklardan nefret ederek yüzlerine bakmamam...

hayatı, hep acıyan ve çığlık atan haykırışlara, kulaklarımı kapamak zorunda olduğum için sevmiyorum. bana o kedi yavrusunu terk edişim gibi ağır çok ağır geliyor.