7 Aralık 2011 Çarşamba

mektup

Uzun zaman olmuş sana yazmayalı, çok uzun zaman olmuş sevmeyeli. Yenik ekin tarlalarında barut kokan adımlarda, masmavi bir göğün ne demek olduğunu anlamaksa , bir kadının yanağından usulca dökülmekse... Biz seni ta gözlerinizden tanırız. Değil mi efendiler, biz bu yorgun gözlerin anlamını ta eskilerden tanırız.

Eski zamanlardı. Ben kalemi ilk kez tutup, ilk kez soytarı şiirlerde boğulurken, gözlerimden iri billur taneleri ilk kez süzülürken, bir hikaye anlatmışım. Anlatmışım kimse dinlememiş, anlatmışım, birilerine yasak gelmiş. Sürülmüşüm, sürülmüşüm sürülmüşüm.

Burası Sibirya beyim, burda yaz yok, burda kömür, burda kelepçe, burda demir kokan yalnız pencereler var. Burası soğuk beyim, gözlerimiz feri çoktan sönmüş. Her birimiz kendi içinden ölgün ölgün şiirler tüttürmüş.

Burası Halepçe beyim, anaların ağıtlarını en çok analar anlıyor. Çocuklar delicesine işiyorlar beyaz gölcüklerin körpe koyunlarına. Burası burası kan kokuyor beyim, hani hiç görmek istemediğin. Burası koynumda gizlenmiş beyaz günahların alaca karanlıkları kokuyor. Burda hiç kimse bir diğerinin gözlerine bakmıyor tanınmamak için.

Hücreler bölünmüşüz, yataklara ovalara. Her birimizin alnında asılı numaramız. Benim adım Yedi örneğin, hani annesini kurşunlar almış o hırçın çocuk var ya, o da benden sonra geliyor. Onun adı sekiz. Karnındaki piçin adı şimdiden belli. Biz diyoruz ki o doğarsa adını dokuz koyalım. Kimse kimsenin yerine geçmesin...

Bizler ah bizler. Sen bilmezsin beyim, biz ne çok bölünmüş, ne çok çarpılmış, ne çok çıkarılmışız. Hesabımız redingot tıkırtılarına bir türlü uymamış. Bir türlü uzlaşamamışız zamanın kollarıyla. Gelecek demişler bizim için, Ne tür bir entegrasyon sürecinde hesap edilmiş, korolarız bir bilsen. Her kafadan bir ses çıkıyor, hani şu ağzındaki sapsarı dişlerine aldırmadan sırıtan ve durmadan tütün tüttüren o yaşlı adam var ya,  hiç birimize uymuyor onun sesi. Kulaklarını nasırlı ellerinin arasına saklanmış karanlıklarda gizliyor. Ve durmadan bağırıyor, bağırıyor ve gülüyor.

Burası fahişelerin kucaktan kucağa gezdiği Manhatın beyim. Her musluk suyunda, kirli ve başı bozuk ne günahlar akıyor. Çocuklarımızı ısrarla sokaklarda gezdirmiyoruz, ısrarla para biriktirip, bu kirli şehirlerden kaçmak diliyoruz.

Burası burası dünya beyim. Burası acının esrik gülüşlere çıldırmalara terk edildiği dünya.

Ve ben yazmazsam çıldırıcam diyorum. Ve ben yazmassam, boğulacağımı biliyorum.

Ölmemek için son kez şiiri kalemimde tutuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder